8 Şubat 2015 Pazar

Sineklerin Tanrısı Romanında İlkel Sembolizmin İzleri



             

       
            İkinci Dünya Savaşı denilince hepimizin aklına öldürülen milyonlarca insan ve medeniyetin göbeğinde yaşanan bir vahşet gelmektedir. Birçok bilim adamı, yazar ve entelektüel bu vahşetin nedenini sorgulamak için yıllarını harcamıştır. İnsanların kafa derilerini yüzen Kızılderililer ve yakaladıkları misyonerleri canlı canlı yiyen Maorilerle ilgili hikayeler antropoloji kitaplarında yer alıyorken Avrupa’da engizisyonu aratmayan bir vahşet canlanıyordu. İngiliz yazar William Golding de neden sorusuna yanıt arayanlardan biriydi. Savaşta gördüğü manzara o dönemde yaşayan herkes gibi onu etkilemişti ve insanın arkaik kökenlerindeki kötülüğe değinebilmek için Sineklerin Tanrısı romanını kaleme aldı.

            Sineklerin Tanrısı, tekrar tekrar okuma gereği duyduğum eserlerden biridir. Büyük ihtimalle Golding’in bu eseri kaleme alırken mitlerin nasıl oluştuğuna dair bir açıklama getirmek gibi bir niyeti yoktu. Ancak bu eserin mitolojinin insan ruhundaki köklerini ve özellikle sembolizm meselesiyle ilişkisini açıklayacak nitelikte olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden kurgudaki iki olayı sembolizm meselesi temelinde anlatmaya çalışacağım

            Roman, bir uçak kazasından sağ kurtulmayı başaran bir grup çocuğun, ıssız adadaki yaşama mücadelesini anlatıyor. Çocuklar bir uçak veya gemi gelip kendilerini kurtarana kadar iş bölümü yapmaya karar verirler. Ancak uzun süre ne uçak ne gemi gelmeyecek ve çoğu İngiltere’nin en seçkin okullarında okuyan bu çocuklar, yüzlerine savaş boyaları sürerek ateşin etrafında dans eden birer ilkele dönüşeceklerdir.

Diğerlerinin Domuzcuk diye adlandırdığı çocuk, sahilde bulunan bir denizminaresinden ses çıkararak herkesi bir araya toplamayı akıl eder. Bunun üzerine Domuzcuk, adadaki küçük topluluğun lideri seçilir. Denizminaresi de birdenbire kutsal bir nesneye dönüşür ve onu eline alan her çocuk ne olursa olsun söz hakkına sahiptir. Adada en hararetli tartışmaların yaşandığı zamanlarda bile kimse denizminaresine zarar vermez ve onu elinde bulunduran herkes konuşma hakkına sahip olur.
Denizminaresinin kutsal bir nesneye dönüşmesinin sebebi şüphesiz ki işlevsel olmasıdır. İlkel insanın semboller yaratmasının birçok sebebi olmakla birlikte, fayda sağlanan ve işlevsel olan nesnenin sembolleşmesi oldukça yaygın bir durumdur. Örneğin Eski Mısır’da kedinin kutsallığının tarlalara zarar veren fareleri öldürmelerinden kaynaklandığı tahmin edilmektedir. Bugün birçok kültürde ateşin kutsal olmasının ardında da bu fayda ve işlevsellik yatmaktadır.

Romanın ilerleyen kısımlarında adadaki çocuklar arasında ciddi bir ayrılık görülür. İşaret ateşini diri tutma ve avlanma görevini üstlenen Katolik Okulu öğrencileri, bir süre sonra kendilerinin avlanma kabiliyetine sahip olduklarını ve bu yüzden daha güçlü olduklarını söyleyerek Domuzcuk’un liderliğini reddedecek ve okul başkanları Jack’in öncülüğünde ateşin başında, diğerlerinden ayrı bir yaşam sürmeye başlayacaklardır. Avladıkları bir yabandomuzunun kafasını keserek mızraklarından birinin ucuna yerleştirirler ve bu domuz onların sembolleri hâline gelir. Avcıların zamanının çoğu yaktıkları ateş etrafında dans ederek ve avlarını kutsayarak geçmektedir. Avladıkları her hayvandan sonra davullar çalarak ve doğadaki sesleri taklit ettikleri sesler çıkararak dans ederler.
 Avcı-toplayıcı toplumlarda avlanan hayvanın kürkünü giymek veya onun kellesini bir yerlere asmak avcıya prestij kazandıran bir eylemdi. Bu bir prestij ve motivasyon simgesi olmakla birlikte, avı kutsayan törenlerin kökenleri çok eski dönemlere dayanmaktadır. Buzul çağı insanlarının avlandıktan sonra günler süren törenler yaptıkları tahmin edilmektedir. Bununla birlikte bazı kabilelerde belli bir hayvanı öldürmek erkekliğe geçiş için gereklidir ve bu kabileler bir süre sonra öldürüp kürkünü giydikleri ve kafalarını bir yerlere astıkları hayvanların isimleriyle anılmaya başlarlar.

            Roman yayınlandığı yıllarda ülkesinde büyük tepki almış hatta William Golding yüce İngiliz medeniyetine hakaret etmekle suçlanmıştı. Ancak o yıllarda bir grup sokak çocuğunun masum bir çocuğu döverek öldürmesi romanı popüler hâle getirdi ve insandaki şiddetin temellerine inmeyi amaçlayan bu roman ciddi anlamda tartışılmaya başladı. Golding’in bunu fazlasıyla başardığını düşünüyorum ve isteyerek ya da istemeyerek insanın histerik yapısıyla alakalı olan mitlerin ve sembolizmin kökenlerine inmeyi de başarmış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder