İkinci Dünya Savaşı denilince
hepimizin aklına öldürülen milyonlarca insan ve medeniyetin göbeğinde yaşanan
bir vahşet gelmektedir. Birçok bilim adamı, yazar ve entelektüel bu vahşetin nedenini
sorgulamak için yıllarını harcamıştır. İnsanların kafa derilerini yüzen
Kızılderililer ve yakaladıkları misyonerleri canlı canlı yiyen Maorilerle
ilgili hikayeler antropoloji kitaplarında yer alıyorken Avrupa’da engizisyonu
aratmayan bir vahşet canlanıyordu. İngiliz yazar William Golding de neden sorusuna
yanıt arayanlardan biriydi. Savaşta gördüğü manzara o dönemde yaşayan herkes
gibi onu etkilemişti ve insanın arkaik kökenlerindeki kötülüğe değinebilmek
için Sineklerin Tanrısı romanını kaleme aldı.
Sineklerin Tanrısı, tekrar tekrar
okuma gereği duyduğum eserlerden biridir. Büyük ihtimalle Golding’in bu eseri
kaleme alırken mitlerin nasıl oluştuğuna dair bir açıklama getirmek gibi bir
niyeti yoktu. Ancak bu eserin mitolojinin insan ruhundaki köklerini ve
özellikle sembolizm meselesiyle ilişkisini açıklayacak nitelikte olduğunu
düşünüyorum. Bu yüzden kurgudaki iki olayı sembolizm meselesi temelinde
anlatmaya çalışacağım
Roman, bir uçak kazasından sağ
kurtulmayı başaran bir grup çocuğun, ıssız adadaki yaşama mücadelesini
anlatıyor. Çocuklar bir uçak veya gemi gelip kendilerini kurtarana kadar iş
bölümü yapmaya karar verirler. Ancak uzun süre ne uçak ne gemi gelmeyecek ve
çoğu İngiltere’nin en seçkin okullarında okuyan bu çocuklar, yüzlerine savaş
boyaları sürerek ateşin etrafında dans eden birer ilkele dönüşeceklerdir.
Diğerlerinin
Domuzcuk diye adlandırdığı çocuk, sahilde bulunan bir denizminaresinden
ses çıkararak herkesi bir araya toplamayı akıl eder. Bunun üzerine Domuzcuk,
adadaki küçük topluluğun lideri seçilir. Denizminaresi de birdenbire kutsal bir
nesneye dönüşür ve onu eline alan her çocuk ne olursa olsun söz hakkına
sahiptir. Adada en hararetli tartışmaların yaşandığı zamanlarda bile kimse
denizminaresine zarar vermez ve onu elinde bulunduran herkes konuşma hakkına
sahip olur.
Denizminaresinin
kutsal bir nesneye dönüşmesinin sebebi şüphesiz ki işlevsel olmasıdır. İlkel
insanın semboller yaratmasının birçok sebebi olmakla birlikte, fayda sağlanan
ve işlevsel olan nesnenin sembolleşmesi oldukça yaygın bir durumdur. Örneğin Eski
Mısır’da kedinin kutsallığının tarlalara zarar veren fareleri öldürmelerinden
kaynaklandığı tahmin edilmektedir. Bugün birçok kültürde ateşin kutsal
olmasının ardında da bu fayda ve işlevsellik yatmaktadır.
Romanın
ilerleyen kısımlarında adadaki çocuklar arasında ciddi bir ayrılık görülür. İşaret
ateşini diri tutma ve avlanma görevini üstlenen Katolik Okulu öğrencileri, bir
süre sonra kendilerinin avlanma kabiliyetine sahip olduklarını ve bu yüzden
daha güçlü olduklarını söyleyerek Domuzcuk’un liderliğini reddedecek ve okul
başkanları Jack’in öncülüğünde ateşin başında, diğerlerinden ayrı bir yaşam
sürmeye başlayacaklardır. Avladıkları bir yabandomuzunun kafasını keserek
mızraklarından birinin ucuna yerleştirirler ve bu domuz onların sembolleri hâline
gelir. Avcıların zamanının çoğu yaktıkları ateş etrafında dans ederek ve
avlarını kutsayarak geçmektedir. Avladıkları her hayvandan sonra davullar
çalarak ve doğadaki sesleri taklit ettikleri sesler çıkararak dans ederler.
Avcı-toplayıcı toplumlarda avlanan hayvanın
kürkünü giymek veya onun kellesini bir yerlere asmak avcıya prestij kazandıran
bir eylemdi. Bu bir prestij ve motivasyon simgesi olmakla birlikte, avı
kutsayan törenlerin kökenleri çok eski dönemlere dayanmaktadır. Buzul çağı
insanlarının avlandıktan sonra günler süren törenler yaptıkları tahmin
edilmektedir. Bununla birlikte bazı kabilelerde belli bir hayvanı öldürmek
erkekliğe geçiş için gereklidir ve bu kabileler bir süre sonra öldürüp kürkünü
giydikleri ve kafalarını bir yerlere astıkları hayvanların isimleriyle anılmaya
başlarlar.
Roman yayınlandığı yıllarda
ülkesinde büyük tepki almış hatta William Golding yüce İngiliz medeniyetine
hakaret etmekle suçlanmıştı. Ancak o yıllarda bir grup sokak çocuğunun
masum bir çocuğu döverek öldürmesi romanı popüler hâle getirdi ve insandaki
şiddetin temellerine inmeyi amaçlayan bu roman ciddi anlamda tartışılmaya
başladı. Golding’in bunu fazlasıyla başardığını düşünüyorum ve isteyerek ya da
istemeyerek insanın histerik yapısıyla alakalı olan mitlerin ve sembolizmin
kökenlerine inmeyi de başarmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder