7 Şubat 2015 Cumartesi

"Öteki Dünya"dan Önce




            Anıt-mezarlara ve ölülerin eşyalarıyla, mücevherleriyle hatta atlarıyla birlikte gömüldükleri mezarlıklara dünyanın hemen hemen her yerinde rastlanabilir. Çin İmparatoru Qin Shihuang, ordusundaki askerlerin tek tek heykellerinden oluşan Terracota ordusuyla birlikte gömülmüştür. Türklerin kurganlarından Romalıların sacrophaguslarına kadar, ölülerin eşyalarıyla ve kıyafetleriyle birlikte gömüldükleri birçok yapı bulunmaktadır.

            Ölüm, eskiden beri insanoğlunun kafasını kurcalayan bir meseledir. Madde ötesine dair düşünceler taşıyan bütün doktrinler –bildiğimiz hemen hemen bütün dinler, mezhepler ve spiritüalist öğretiler- insanın beden ve ruh olmak üzere iki parçadan oluştuğunu iddia ederler. Esas olan ruhtur ve beden sadece ruhun geçici ikametgâhıdır. Beden öldüğünde ruh, kıyamet gününe kadar yargılanacağı kabrinde bekleyecek, yer altı dünyasındaki nehri geçmeye çalışacak ya da başka bir bedene zuhur etmek üzere döngüdeki yerini alacaktır. Ancak bu düşünce insanların neden ölülerini eşyalarıyla birlikte gömdükleri sorusunu cevapsız bırakıyor. Çünkü eğer ruh bedenden ayrı bir döngüye girecekse, ayrı bir âleme gidecekse ve insan için esas olan bu dünya değil de ötekiyse, buradaki eşyaların ve mücevherlerin bir değeri kalmaz. Ancak mezarlığın sadece bedeni muhafaza eden bir yer olmadığını ve ölü ile yaşayanın bir araya geldiği yer olduğunu düşününce bu soruyu kolaylıkla cevaplandırabiliriz.

            Lucien Lévy-Bruhl, kitabında Polinezyalı bir kadının kendisine musallat olan ruhlardan kurtulmak için, yaşarken polis olan bir tanıdığının ruhunu çağırdığını aktarır[1]. Çünkü o bölgede insanların yaşarken meşgul oldukları işi öldüklerinde de devam ettirdiklerine inanılır. İlkel insanın da ölümü ve ölüm ötesini bu şekilde algıladığı söylenebilir. Ölülerin kendilerine insanların yaşadığı dünya dışında bir ikametgâh bulabilmeleri için oldukça uzun bir zaman geçmesi gerekmiştir. 

            İlkel insanın tasavvuruna göre ölüm sadece bir deri değiştirme hâlidir. Yılan nasıl derisini bir yerde bırakıp yenisiyle devam ediyorsa insan da aynı şeyi yapmaktadır. Ancak bundan da önemli olarak, bedenini terk eden insan yeni derisiyle yaşamına dünyada devam etmektedir. Rüyalar yoluyla hayattaki akrabalarıyla iletişime geçer ve onlardan kendisi için bir şeyler yapmalarını ister. Ölü aynı zamanda korkulan bir öznedir, çünkü bedenden kurtulmak ve deri değiştirmek insanı daha güçlü kılmakta ve bir fani karşısında yenilmez hâle getirmektedir. Birçok kültürde, ölen düşman savaşçıları gömmek veya kafalarını kesmek gerekir, çünkü bu işlem yapılmazsa intikam almak için geri döneceklerdir. Bu durumda dünyada farklı bir bedenle varlığını sürdüren akrabaları hoşnutsuz etmek pek akıllıca olmayacaktır. 

            İlkel insanın ölüm ve ötesi hakkındaki tasavvuru bugün dâhi varlığını sürdürmektedir. Tabiatın gerçekliği insan ölünce her şeyin yok olduğunu, yaygın dini inanışlar ise ölülerin ve yaşayanların kesin çizgilerle birbirinden ayrıldığını söyler ama buna rağmen birçok insanın tasavvurunda ölüler fanilerin dünyasını terk etmemiştir. İnsanın ölüm gerçeğini kavrayışı ve kabullenişinin uzun bir süre daha gerçekleşmeyeceğini ve ruhların dünyamızda dolaşmaya devam edeceğini iddia etmek zor değil.


[1] Bruhl, İlkel Toplumlarda Mistik Deneyim ve Simgeler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder