Anıt-mezarlara ve ölülerin
eşyalarıyla, mücevherleriyle hatta atlarıyla birlikte gömüldükleri mezarlıklara
dünyanın hemen hemen her yerinde rastlanabilir. Çin İmparatoru Qin Shihuang,
ordusundaki askerlerin tek tek heykellerinden oluşan Terracota ordusuyla
birlikte gömülmüştür. Türklerin kurganlarından Romalıların sacrophaguslarına
kadar, ölülerin eşyalarıyla ve kıyafetleriyle birlikte gömüldükleri birçok yapı
bulunmaktadır.
Ölüm, eskiden beri insanoğlunun
kafasını kurcalayan bir meseledir. Madde ötesine dair düşünceler taşıyan bütün
doktrinler –bildiğimiz hemen hemen bütün dinler, mezhepler ve spiritüalist
öğretiler- insanın beden ve ruh olmak üzere iki parçadan oluştuğunu iddia
ederler. Esas olan ruhtur ve beden sadece ruhun geçici ikametgâhıdır. Beden
öldüğünde ruh, kıyamet gününe kadar yargılanacağı kabrinde bekleyecek, yer altı
dünyasındaki nehri geçmeye çalışacak ya da başka bir bedene zuhur etmek üzere
döngüdeki yerini alacaktır. Ancak bu düşünce insanların neden ölülerini
eşyalarıyla birlikte gömdükleri sorusunu cevapsız bırakıyor. Çünkü eğer ruh
bedenden ayrı bir döngüye girecekse, ayrı bir âleme gidecekse ve insan için
esas olan bu dünya değil de ötekiyse, buradaki eşyaların ve mücevherlerin bir
değeri kalmaz. Ancak mezarlığın sadece bedeni muhafaza eden bir yer olmadığını
ve ölü ile yaşayanın bir araya geldiği yer olduğunu düşününce bu soruyu
kolaylıkla cevaplandırabiliriz.
Lucien Lévy-Bruhl, kitabında
Polinezyalı bir kadının kendisine musallat olan ruhlardan kurtulmak için,
yaşarken polis olan bir tanıdığının ruhunu çağırdığını aktarır[1].
Çünkü o bölgede insanların yaşarken meşgul oldukları işi öldüklerinde de devam
ettirdiklerine inanılır. İlkel insanın da ölümü ve ölüm ötesini bu şekilde
algıladığı söylenebilir. Ölülerin kendilerine insanların yaşadığı dünya dışında
bir ikametgâh bulabilmeleri için oldukça uzun bir zaman geçmesi gerekmiştir.
İlkel insanın tasavvuruna göre ölüm
sadece bir deri değiştirme hâlidir. Yılan nasıl derisini bir yerde
bırakıp yenisiyle devam ediyorsa insan da aynı şeyi yapmaktadır. Ancak bundan
da önemli olarak, bedenini terk eden insan yeni derisiyle yaşamına dünyada
devam etmektedir. Rüyalar yoluyla hayattaki akrabalarıyla iletişime geçer ve
onlardan kendisi için bir şeyler yapmalarını ister. Ölü aynı zamanda korkulan
bir öznedir, çünkü bedenden kurtulmak ve deri değiştirmek insanı daha güçlü
kılmakta ve bir fani karşısında yenilmez hâle getirmektedir. Birçok kültürde,
ölen düşman savaşçıları gömmek veya kafalarını kesmek gerekir, çünkü bu işlem
yapılmazsa intikam almak için geri döneceklerdir. Bu durumda dünyada farklı bir
bedenle varlığını sürdüren akrabaları hoşnutsuz etmek pek akıllıca
olmayacaktır.
İlkel insanın ölüm ve ötesi
hakkındaki tasavvuru bugün dâhi varlığını sürdürmektedir. Tabiatın gerçekliği
insan ölünce her şeyin yok olduğunu, yaygın dini inanışlar ise ölülerin ve
yaşayanların kesin çizgilerle birbirinden ayrıldığını söyler ama buna rağmen
birçok insanın tasavvurunda ölüler fanilerin dünyasını terk etmemiştir. İnsanın
ölüm gerçeğini kavrayışı ve kabullenişinin uzun bir süre daha
gerçekleşmeyeceğini ve ruhların dünyamızda dolaşmaya devam edeceğini iddia
etmek zor değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder