20 Ocak 2015 Salı

Bilincin Derin Kuyusundan Kültüre

 
hindu inancında reenkarnasyon
           

            İnsan ruhunu ve bu ruhun tasavvurlarını anlamaya çalışmak dipsiz bir kuyuya inmek gibidir. Ne kadar derinlere inilirse inilsin daima kökü daha derinlerde olan şeylerle karşılaşılacaktır. Şüphesiz ki din, masallar, söylence ve mitlerin kökenleri de kuyunun dipsizliklerinde bulunuyor ve bulunan her kök daima daha derinlere uzanıyor. Bugünkü yaşantımız zannettiğimiz veya zannetmek istediğimiz gibi türümüzün ilkel köklerinden bağımsız değildir, aksine korktuğu fırtınaları gökyüzünün öfkesi olarak gören ilkel hepimizin bilincinde yaşamaya devam etmektedir. 

            İnanç, toplum hayatının ayrılmaz bir parçası olarak binyıllardır varlığını sürdüren bir olgudur. Bugünün dünyasında yüzyıllar öncesine nazaran daha tartışmalı bir gerçekliğe sahip olsa da, binlerce yıl öncesinin bilimidir. Özellikle pozitivizmin ve materyalizmin yaygınlaşması ve öteki meçhul bir dünyanın değil maddesel dünyanın merkeze konulması dini eski kesin gerçekliğinden sıyırarak gündelik bilginin dışında vicdani bir mesele hâline getirmiştir. Bugün din ve bilim, kabaca ifade etmek gerekirse dünyayı açıklamaya çalışan iki zıt disiplin olarak algılanmaktadır. Bu temelde bir metodoloji meselesidir ve başka bir yazının konusudur. Dindar görüşe göre inanç insanın doğuştan tanrı tarafından sahip olduğu bir olguyken, inancın bilimsel kökenleri incelendiğinde insanoğlunun ilkel dönemlerinde kök salmış ve gelişimi boyunca büyüyen bir olgu olduğu görülmektedir. Değinilmesi gereken konu şu ki; inanç sadece insan yapımı değil, insanın zihinsel gelişiminin bir parçası olarak mevcuttur. Dindarlar insanın inanmaya doğuştan eğilimli olduğu konusunda yanılmamaktadırlar ancak bu eğilim dini hikâyelerdeki gibi tanrının insanlara ruhlarını üflemesinden veya fıtrat gibi meselelerden değil, bizzat insanın doğasından ve bilincinin yapısından kaynaklanmaktadır.

            Carl Gustav Jung’un genel olarak üzerinde durduğu arketip kavramı ilgimi çekmeye başlayana kadar mitoloji ve inancın kökenleriyle ilgili birçok meselenin benim için açıklanamaz olduğunu itiraf etmeliyim. Birbiriyle herhangi bir iletişimi olmayan kültürlerin şaşırtıcı bir biçimde benzer ritüellere sahip olması soru işaretleri yaratıyor ve birçok şeyin havada kalmasına sebep oluyordu. İnancın derinliklerine inildiğinde en nihayetinde ilkel insanın korkuları ve davranışları bulunmaktadır. İnanç gerçekdışıdır ancak bir hurafeler yığınından ibaret değildir. Mit, bir zamanların bilimi ve insanların olaylar karşısındaki mantıklı açıklamasıdır. İnançlar ve mitler okunurken bunların kültürde ve insan bilincindeki kökleri göz önüne alınmalıdır. 

            Eskiden beri ilgilendiğim din, mitoloji, folklor, ezoterizm gibi konularda düşündüklerimi yazmaya karar verdiğimde, kendimce bunların kökenlerine inmeye çalışmanın daha faydalı bir iş olacağına karar verdim. Bu yüzden okuyacağınız yazıların esas sebebi söylence değil ötesi ve onunla olan ilişkisidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder