İnsan ruhunu ve bu ruhun
tasavvurlarını anlamaya çalışmak dipsiz bir kuyuya inmek gibidir. Ne kadar
derinlere inilirse inilsin daima kökü daha derinlerde olan şeylerle
karşılaşılacaktır. Şüphesiz ki din, masallar, söylence ve
mitlerin kökenleri de kuyunun dipsizliklerinde bulunuyor ve bulunan her kök
daima daha derinlere uzanıyor. Bugünkü yaşantımız zannettiğimiz veya zannetmek
istediğimiz gibi türümüzün ilkel köklerinden bağımsız değildir, aksine korktuğu
fırtınaları gökyüzünün öfkesi olarak gören ilkel hepimizin bilincinde yaşamaya
devam etmektedir.
İnanç, toplum hayatının ayrılmaz bir
parçası olarak binyıllardır varlığını sürdüren bir olgudur. Bugünün dünyasında
yüzyıllar öncesine nazaran daha tartışmalı bir gerçekliğe sahip olsa da,
binlerce yıl öncesinin bilimidir. Özellikle pozitivizmin ve materyalizmin yaygınlaşması
ve öteki meçhul bir dünyanın değil maddesel dünyanın merkeze konulması dini
eski kesin gerçekliğinden sıyırarak gündelik bilginin dışında vicdani bir
mesele hâline getirmiştir. Bugün din ve bilim, kabaca ifade etmek gerekirse dünyayı
açıklamaya çalışan iki zıt disiplin olarak algılanmaktadır. Bu temelde bir
metodoloji meselesidir ve başka bir yazının konusudur. Dindar görüşe göre inanç
insanın doğuştan tanrı tarafından sahip olduğu bir olguyken, inancın bilimsel
kökenleri incelendiğinde insanoğlunun ilkel dönemlerinde kök salmış ve gelişimi
boyunca büyüyen bir olgu olduğu görülmektedir. Değinilmesi gereken konu şu ki;
inanç sadece insan yapımı değil, insanın zihinsel gelişiminin bir
parçası olarak mevcuttur. Dindarlar insanın inanmaya doğuştan eğilimli olduğu
konusunda yanılmamaktadırlar ancak bu eğilim dini hikâyelerdeki gibi tanrının
insanlara ruhlarını üflemesinden veya fıtrat gibi meselelerden değil, bizzat
insanın doğasından ve bilincinin yapısından kaynaklanmaktadır.
Carl Gustav Jung’un genel olarak
üzerinde durduğu arketip kavramı ilgimi çekmeye başlayana kadar mitoloji
ve inancın kökenleriyle ilgili birçok meselenin benim için açıklanamaz olduğunu
itiraf etmeliyim. Birbiriyle herhangi bir iletişimi olmayan kültürlerin
şaşırtıcı bir biçimde benzer ritüellere sahip olması soru işaretleri yaratıyor
ve birçok şeyin havada kalmasına sebep oluyordu. İnancın derinliklerine
inildiğinde en nihayetinde ilkel insanın korkuları ve davranışları
bulunmaktadır. İnanç gerçekdışıdır ancak bir hurafeler yığınından ibaret
değildir. Mit, bir zamanların bilimi ve insanların olaylar karşısındaki
mantıklı açıklamasıdır. İnançlar ve mitler okunurken bunların kültürde ve insan
bilincindeki kökleri göz önüne alınmalıdır.
Eskiden beri ilgilendiğim din,
mitoloji, folklor, ezoterizm gibi konularda düşündüklerimi yazmaya karar
verdiğimde, kendimce bunların kökenlerine inmeye çalışmanın daha faydalı bir iş
olacağına karar verdim. Bu yüzden okuyacağınız yazıların esas sebebi söylence
değil ötesi ve onunla olan ilişkisidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder