Al
Pacino’nun başrolünü oynadığı Şeytan’ın Avukatı, defalarca izlediğim nadir
filmlerden biri. Pacino, John Milton isimli bir sıra dışı bir avukat kılığında
görünen “Şeytan”ı oynuyor. Film, Şeytan’ı karizmatik bir karakter olarak
gösterdiği için dindar çevreler tarafından eleştiriler aldı. Bunun
anlaşılabilir bir şey olduğunu söyleyebiliriz çünkü Şeytan’ı mutlak kötülüğün
imgesi olarak biliyoruz. Ancak semavi metinlerde kötü, kibirli ve aşağılık bir
varlık olarak tasvir edilen, Ortaçağ’da vebanın ve salgın hastalıkların kökeni
olarak bilinen Şeytan’ın bir fenomene dönüşmesi üzerinde durulması gereken bir
konu.
Pacino’nun oynadığı karaktere adını veren John Milton’ın
kaleme aldığı Kayıp Cennet (Paradise Lost) ve Goethe’nin bir Avrupa
söylencesinden yararlanarak yazdığı Faust bir konuda örnek gösterilecek temel
edebi metinler olarak kabul edilebilir. Şeytan’ın yoldaşlarıyla birlikte Tanrı’ya
karşı direnen bir özgürlük savaşçısı olana kadar birçok aşamadan geçtiğini
söyleyebiliriz.
Yeryüzündeki Yasak
Elma
Dünyevi
yaşamın ve zevklerin Şeytan ile özdeşleştirilmesi bütün semavi öğretilerde
mevcut. Bu fikir bazı Hıristiyan öğretilerinde kapsamlı bir şekilde yer alıyor.
Cizvitler, maddenin ve Dünya’nın tamamen Şeytan’a ait olduğuna inanırlar.
Gökler âlemi Tanrı’nın, yeryüzü ise Şeytan’ın kontrolündedir ve buraya ait
bütün zevklerin kaynağı o’dur. Bu anlayışın diğer Hıristiyan öğretilerinde ve
semavi inanışlarda da aynı olduğunu biliyoruz. Çünkü ölümlü ve dünyevi yaşam Âdem
ile Havva’nın yasak elmayı yemesiyle başlıyor. İnsanlık tarihi Cennet’te
başladığı hâlde Âdem’in soyundan gelenlerin dünyevi hayatlarını burada olmayı
hak edecek biçimde yaşamaları gerekiyor.
Reform
hareketlerinin Şeytan imgesine farklı bir yorum kattığını da görmekteyiz.
Protestanlık düşüncesinin temelinde “sola scriptura” ilkesi yatar. Bu tabir
Latince’de “yazıldığı gibi” benzeri bir anlam ifade eder ve dinin ancak İncil’deki
metne göre yorumlanabileceğini belirtir. Kaldı ki Luther’in amacı reformize
edilmiş bir din yaratmak değil, kendi düşüncesiyle İncil’i ve dini ruhban
sınıfının tahakkümünden kurtarmaktı. Bu durumda Şeytan imgesinin olduğu gibi
kabul edildiğini görmek mümkün.
Ancak Luther, Calvin gibi din adamlarının Şeytan’a ve
cehenneme getirdikleri farklı bir yorum vardı. Bu düşünceye göre Tanrı, evrenin
mutlak sahibidir ve var olan her şey onun bilgisi, kontrolü dâhilindedir. Şeytan,
insanoğluna Tanrı tarafından sunulan düzenin parçasıdır. İnsan Tanrısından
uzaklaştığında Şeytan’ın alanına girecek ve üzerindeki bütün gazaplar Tanrı
tarafından onaylanacaktır. Bu durumda Şeytan’ın mutlak kötü bir karakterden var
olan dengenin doğal bir parçasına dönüştüğünü söyleyebiliriz.
Şeytan’ın
Etkisini Yitirmesi
Avrupa’da
ve Amerika’daki kolonilerde cadılara duyulan inanç Şeytan’ın popülerliğini uzun
süre korumasını sağladı. Hastalıklar, salgınlar, tarlalardaki verimsizlik,
doğal felâketler ve diğer olumsuzluklar Şeytan ile anlaşmaya yaptığına inanılan
ve çoğu kadın olan kişilere bağlanıyordu. Paganların, Heretiklerin hatta
Katharlar, Bogomiller gibi Hıristiyan toplulukların Şeytan ile
ilişkilendirilmiş olduğunu biliyoruz. Bu durum 1600lü yılların sonlarına kadar
kendini göstermeye devam etti. Cadı olduğuna inanılan kişiler mahkemelerde
yargılanıyor ve şeytan ile anlaşma yaptıkları ispat edilirse –sara krizi
geçiren birinin gördüğü kâbuslar bile kanıt olabilirdi- halka açık bir yerde
yakılmak da dâhil olmak üzere çeşitli yollardan infaz ediliyorlardı.
Pozitivist
ve materyalist dünya görüşlerinin yaygınlaşması, cadılara olan kör inancın
etkisini yitirmeye başlaması Şeytan figürünün popülaritesini epey düşürdü. Zira
artık kötülük olgusu farklı bir şekilde ele alınıyordu. Voltaire’in deizmini
buna örnek gösterebiliriz. Deizm düşüncesinin önde gelen isimlerinden biri olan
V0ltaire, bir Tanrı’nın varlığına inanıyor ancak “kötülük” meftumunun insanın
doğasından kaynaklandığını düşünüyordu. Kötülük, insan doğasının bir parçası
olarak görülüyor, hatta Rousseau gibi bazı filozoflar toplum sözleşmesinin
temel amaçlarından birinin insanların doğalarında bulunan kötülüğü
uygulamalarını engelleyerek adil bir düzen kurmak olduğunu söylüyorlardı.
Kötülüğün insanileşmesi ise Şeytan’ı saf dışı bırakıyordu.
“Mephistopheles”in
Romantik ve Özgürlükçü Olarak Yükselişi
Fransız
İhtilali yaklaşırken, din yalnızca reddedilen değil nefret duyulan bir olgu
hâline gelmişti. Bunun temel sebebi kralların, senyörlerin ve sermaye
sahiplerinin dini kullanışlı bir araç olarak görmeleri ve özgürlük fikrine
kapılan kişileri Şeytan ile özdeşleştiriyor olmalarıydı. Marquis de Sade’ın
eserlerinde bunu fazlasıyla görebiliriz. Tanrıya Karşı Söylev kitabında dine ve
din adamlarına karşı yoğun bir öfke vardır ve Sade bu öfkeyi doğrudan onların
ardına sığındığı Tanrı’ya yansıtmış, ona meydan okumuştur. Din doğası gereği
egemen sınıfın aracı hâlini alınca şeytan ile özdeşleştirilen kişilerin onu bir
sembol hâline getirmeleri anlaşılabilir.
Anarşist
şair-müzisyen Léo Ferré’nin dizelerinde Bastille’in alınışı için Şeytan’a
teşekkür etmesi boşuna değil. Kilise ve kralcılar, dönemin entelektüellerini,
devrimcilerini ve kendi otoritesine karşı çıkan liberal Protestanları Şeytan
ile işbirliği yapmak ile suçluyorlardı. Ancak Şeytan kişiliğini kaybetmiş ve
kiliseye tepkili olanların simgesi hâline gelmişti. Öyle ki idealist filozof
Soren Kierkegaard bile kötülüğün insandan kaynaklandığını ve Şeytan’ın artık
tamamen gereksiz bir figür olduğunu belirtiyordu.
Şeytan’ın
romantik bir karakter olarak tasvir edilişine 18 ve 19.yüzyıllarda yazılan
birçok eserde rastlayabiliriz. William Blake’ten Lord Byron’a kadar birçok
şair/yazar eserlerinde Şeytan’ı insani, romantik bir karakter olarak
yansıtmıştır. Ancak belirtildiği gibi bu figürü ele alan iki spesifik eser
üzerinde durmak gerekiyor.
Kayıp Cennet ve
Faust’ta Şeytan
Milton’un
Şeytan’ı, 18 ve 19.yüzyılda kiliseye ve dine tepkili olan entelektüeller,
romantikler tarafından benimsenmiş bir figür. Kayıp Cennet, Şeytan’ı ilkeli ve
romantik bir özgürlük savaşçısı olarak tasvir ediyor. Ancak Milton’ın bu eseri
yazarken Şeytan’ı yüceltmek ve onu romantize etmek gibi bir amacı yoktu. John
Milton koyu bir Hristiyandı ve Paradise Lost’u yazarken temel amacı ilk günahın
özgür düşünceden çıktığını anlatmaktı. Tanrı’ya karşı mutlak bir itaatin
gerekliliğine inanan Milton, Şeytan’ı romantize etmekten çok özgür düşünceyi
şeytanileştirmek peşindeydi.
Bilindiği
gibi, Kayıp Cennet Şeytan’ın cennetten kovulmasını anlatıyor. Şeytan,
yoldaşlarıyla bir araya gelerek kendisinden Âdem’in önünde secde etmesini
isteyen Tanrı’ya karşı bir mücadele veriyor. Bu cüretini ise yoldaşlarıyla
birlikte cehenneme hapsedilerek ve kötülüğün kaynağı hâline gelerek ödüyor.
Milton’ın Paradise Lost’u tarihlerde seküler/materyalist düşünceler hızla
yayılıyordu. Dolayısıyla dinin toplum üzerindeki etkisi de yavaş yavaş
azalmaktaydı. Şeytan ile özgür düşünce arasındaki ilişkiyi ve Milton’ın bunu
eserinde yansıtmasını buradan anlamak mümkün.
Goethe’nin
Faust eseri eski bir Avrupa söylencesine dayanıyor. Faust, Orta Çağ ile Yeni
Çağ arasındaki döneme tarihlenen bir söylence. Dr.Faust, felsefe, tıp, doğa
bilimleri alanında araştırmalar yapan ve akademik dereceler alan bir
öğretmendir ve sahip oldukları ona asla yetmeyecektir. Bir insanın
ulaşabileceği en son sınırlara ulaşmasına rağmen sahip olduğu bilgi kendisine
yetmez ve büyük bir bunalıma düşer. Bu bunalımdan kurtulmak için tek çaresi de
Şeytan’a ruhunu satmaktır. Şeytan, yaptığı anlaşma karşılığında Faust’u içinde
bulunduğu sıkıntıdan kurtaracak, ona gençliğini ve hayatının aşkını verecektir ancak
tüm bunlar elinde sonunda Faust’u bir felâkete sürükler.
Faust ve
Paradise Lost, Şeytan’ın neden romantik bir karakter hâline getirildiğini
anlamak için oldukça önemli. Zira iki eserde de şeytan akıl, bilgi ve özgür
düşünce ile özdeşleştiriliyor. Paradise Lost’ta özgür düşünce şeytani bir icat
ve ilk günahın kaynağı olarak gösterilirken Dr.Faust’un bilgiye olan tutkusu
yüzünden Şeytan’ın ağına düştüğüne inanılıyor. İki kurgunun da dinin tartışmalı hâle geldiği zamanlara
tarihlendiğini düşününce imgedeki değişimin kökenlerini anlamak mümkün.
Kaynakça:
1. * Jeffrey Burton
Russell, Mephistopheles Modern Dünyada Şeytan, Kabalcı Yayınları, Çeviren: Nuri
Plümer, 1999 İstanbul
2. * Gerard Massadie,
Şeytan’ın Genel Tarihi, Çeviren: Işık Ergüden, Kabalcı Yayınları, 1998 İstanbul
3. *John Milton, Kayıp
Cennet, Çeviren: Enver Günsel, Pegasus Yayınları, 2007 İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder