Tengri sözcüğünün gökyüzü kökeninden
geldiğinden bahsetmiştik. Tabiattaki her nesne gibi göğün de bir ruhu vardır ve
bu ruh evrenin mutlak sahibi ve yöneticisi olan Tengri’dir. Yaşamın kıvılcımları
gökte atılmıştır ve bütün kâinatın merkezi olan Tengri’nin sarayı
gökyüzündedir.
Önceki yazıda
gökyüzünün Türk kozmolojisindeki yerinden –konunun hatlarını çizebilmek için-
bahsetmiştim. Gök olayları birçok inanışta olduğu gibi Türk mitolojisinde belirleyici
bir yere sahiptir. Bu yazıda yaşamın ve evrenin kaynağı olarak tahayyül edilen
gökyüzünden daha geniş bir şekilde bahsetmeye çalışacağım.
Gökyüzü ve
Uzay Arasındaki İlişki
Emel Esin Türk Kozmolojisine
Giriş kitabında dünyanın bir öküzün veya boynuzlu bir hayvanın boynuzunda
olduğuna dair inancın Türklerde de yaygın olduğunu söyler. Zira Anadolu’da
özellikle Erzincan çevresinde bu tür bir inancın var olduğu bilinmektedir. Bu
inanç Türkler’in gökkubbeyi sonsuz bir yer olarak görmediklerini
kanıtlamaktadır. Gökkubbenin ötesinde kalıg adı verilen bir hava boşluğu
vardır ve dünya bu boşlukta yer almaktadır.
Yıldızların,
Ay’ın ve güneşin yer aldığı gökkubbe, dünyanın çatısı olarak sembolize edilir.
Tanrı’nın göklerin hâkimi olarak adlandırılmasının sebebi budur. Kalıg
kavramının uzay kelimesine karşılık geldiği söylenebilir, zira insanların ve
tanrıların içinde yaşadıkları âlem bu hava boşluğu içinde yer almaktadır.
Eski Türk
dilinde üzeliksiz diye bir kelime bulunmaktadır. Bu kelime sonu, üstü,
üstünü olmayan gibi anlamlara gelmektedir. Orta Asya’daki toplulukların
lisanında hâlâ var olan bu kelime kozmosu tasvir ederken kullanılmaktadır. Bu
tanım kozmosu tanımlarken kullanılmaktadır, göğün katlarının ötesinde üzeliksiz
bir âlem mevcuttur.
Gökyüzündeki
Dengenin Temel Unsurları
Türklerin çadırlarını belli bir
nizama göre dizayn etmeleri sebepsiz değildir. Zira gökyüzünde de tıpkı çadır
gibi bir denge olduğuna ve gökkubbeyi bu dengenin sağlam tuttuğuna inanırlardı.
Gök cisimlerinin hareketleri, gün ve gece döngüsü, hepsi gökkubede gerçekleşen
bu dengeye bağlıdır. Zira yaşamın kendisi de gökteki hareketin bir yansımasıdır
ve bunun etkileri sosyal yaşamda, devlet yönetiminde fazlasıyla görülebilir.
*Göğün
Direği ve Çift Başlı Kartal
Bugün Tatar köylerinde üzerinde kuş
figürü olan direkler olduğu bilinmektedir. Bu direkler Tatarlar tarafından dünya
direği olarak adlandırılır. Bu söylence Proto-Türk toplumlarına kadar
dayanan bir inanıştan kaynaklanmaktadır. Zira Türkler gökkubbenin bir direk
üzerine kurulu olduğuna inanırlardı ve bu direğe konmuş olan kartalın dengede
önemli bir yeri vardı. Bu zaman zaman tahta veya demir bir kazık, zaman zaman
ise hayat ağacı denilen bir ağaç olarak tasvir edilmiştir. Bir çadırın
kubbesi nasıl bir direğin üstünde duruyorsa gökkubbe de bu şekilde dengede
durmaktadır. Göğün direğinin çökmesi ise kıyamet anlamına gelmektedir.
Sibirya
ve Yakut Türkleri’nde Tengri’nin sarayı olarak bilinen kutup yıldızı zaman
zaman Altın-kazık ve Demir-kazık olarak adlandırılmaktadır.
Büyükayı yıldızının yedi yıldızı ise bu demir direğe bağlanmış yedi köpek
olarak tasvir edilir. Daha kuzey bölgelerde ise bu köpeklerin yerini geyikler
veya atlar alabilmektedir ancak kutup yıldızın gökyüzündeki dengenin bağlı
olduğu temel ögedir.
Ancak Yakut,
Çuvaş ve Oğuz inanışlarında göğün direği olan kutup yıldızı yeryüzünden
yükselen bir yaşam ağacına bağlıdır. Şamanların ruhanî yolculuklarını bu ağaca
tırmanarak yaptıklarına, gökler âlemine bu şekilde ulaştıklarına inanırlar.
Yaşam ağacı göğün çeşitli katları boyunca yükselerek kutup yıldızıyla
birleşmektedir. Bununla birlikte bugün dâhi görülen ağaca çaput bağlama
ritüelinin temelinde de bu inanç yatmaktadır. Çünkü yaşam ağacı çoğunlukla bir
kayın ağacı olarak tasvir edilir ve dünyadaki kayın ağaçları yeryüzüyle gökyüzü
arasındaki dengeyi sağlayan bu ağacın yansıması olarak görülür.
Yaşam ağacının tepesinde ise bir
kartal bulunmaktadır. Tatar köylerinde dünya direği adı verilen,
üzerinde kuş figürleri bulunan direkler olduğu bilinmektedir. Bu inanç ise
Proto-Türk dönemlerine kadar uzanan Öksökö inancına dayanmaktadır.
Öksökö,
altından kanatları olan çift başlı bir kartaldır. Bir pençesiyle güneşi,
ötekiyle ayı kapatmaktadır. Gece ve gündüz döngüsü onun kontrolündedir, güneşi
kapattığında gece, ayı kapattığında ise gündüz olmaktadır. Yer ile göğün tam
ortasında bulunan Öksökö Yakutlar tarafından Gökkuş olarak adlandırmakta
ve çeşitli Türk boylarında Gök Kartalı olarak bilinmektedir.
Bugün kullanılan
devlet kuşu deyimi de bu inanıştan gelmektedir. Zira eski Türk
devletlerinde egemenliğin göklerden geldiğine inanılırdı dolayısıyla Öksökö bir
devlet yönetimi sembolü olarak kullanılmaktaydı.
Bu figürün
Mezopotamya etkisiyle oluşmuş olması mümkün. Zira çift başlı kartal figürünün
Sümerler tarafından MÖ 3000 yılları civarında kullanıldığı bilinmektedir. Ancak
kartal Gök Tanrı’ya yakın olduğu düşünüldüğü için her zaman kutsal bir figür
olarak görülmüştür. Dolayısıyla kartalın çift başlı olması güneş ve ay
döngüsünden kaynaklanıyor da olabilir.
*Güneş
Çin kaynaklarında Hsiung-nuların
(Hunlar) güneşe ve aya büyük saygı gösterdiğinden bahsedilmektedir. Ancak güneş
burada daha önemli bir yerdedir. Zira Güneş aydınlığı sembolize etmektedir ve
döngüyü başlatan onun doğuşudur.
Türk devlet
teşkilâtlanmasında Doğu ve Batı olarak iki idari birimin olduğu bilinmektedir.
Batı Hakanı, doğudakine biat eder ve yönetimin merkezi doğudur. Bunun
gökyüzündeki dengenin bir yansıması olduğu söylenebilir. Zira Türkler güneş ve
aya ayrı ayrı saygı gösterir, ikisi için de kurbanlar keserlerdi ancak güneş
için yapılan ritüellerin daha önemli bir yer kapladığı bilinmektedir. Çünkü
günışığının hayatın kaynağı olduğuna inanılır.
Ateşin kutsal
olmasının sebeplerinden biri, güneşin yeryüzündeki varlığı olarak görülmesidir.
Otağların ortasındaki ocağın Tanrı’dan gelen kutluğu yansıttığına inanırlar.
Zira güneşin görevi tanrıdan geleni yansıtmaktır dolayısıyla ateşin kaynağı
bizatihi onun enerjisidir. Güneş çoğunlukla feminen bir şekilde
konumlandırılmıştır. Hatta Gün Ana isimli tanrıça güneşin ruhu olarak
bilinmektedir.
Güneşin
bir ayna olarak sembolize edildiğini de söyleyebiliriz. Zira bugün dâhi aynayla
fal bakıldığına ve büyü yapılabildiğine inanılmaktadır. Sibirya şamanlarının 12
burçlu bir ayna ile fal baktıkları ve güneşin üzerindeki lekelere göre fal
açtıkları bilinmektedir. Çünkü günışığı tanrıdan gelen bilginin yansımasıdır ve
onu bir ayna üzerinde yansıtarak ruhanî bilgiye ulaşmak mümkündür.
Bahaeddin
Ögel’in Türk Mitolojisi kitabının ikinci cildinde yer alan güneşin
oluşumuna dair bir Altay efsanesiyle bu durum örneklendirilebilir:
"...Önceleri
ne ay ne güneş varmış. İnsanlar havada uçar dururlarmış. Uçarken de çevrelerine
ışık saçar ve sıcaklık verirlermiş. Bunun için de güneş gerekli olmamış. Ancak
içlerinden biri hastalanmış ve iyileştirememişler. Bunun üzerine Tanrı, onlara
bir varlık vermek istemiş. Tanrı'nın gönderdiği şey büyümüş ve iki tane büyük
ayna olmuş. Bu aynalar gökyüzüne çıkıp çevreye ışık saçmaya başlamışlar. O
günden beri bu iki şey, yani güneş ve ay dünyayı aydınlatır ve ısıtır
dururlarmış.” (2.Baskı,
syf.188, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1993)
Türkler’in günde üç kez güneşe selam
verdikleri bilinmektedir. Zira toprak ana figürü gibi güneş de kutsal bir anne
ve tanrıça konumundadır. Tanrı’dan alınan kutu insanlığa yansıtan Güneş zaman
zaman bundan öte bir varlık konumunda da görülebilmektedir. Zira Türklerde “Güneş
bizi görüyor, güneşe ant olsun” gibi cümlelerin sıklıkla kullanıldığı
biliniyor.
*Ay
Türk inanışlarında bir düalizmin söz
konusu olduğundan bahsetmiştik. Kainat ikili ve dörtlü zıtlıklarla dengede
durmaktadır. Güneş ve ay arasında da böyle bir denge olduğu söylenebilir. Zira
tahmin edilebileceği gibi güneş aydınlığı, sıcağı temsil ederken ay karanlığı
ve soğuğu temsil eder. Gökyüzündeki denge bu iki gök cisminin zıtlıklarına
bağlıdır.
Ay zaman
zaman feminen ruhlar ile ilişkilendirilse de çoğu zaman maskülen bir karaktere
sahip olduğuna inanılırdı. Hatta bugün dâhi dilimizde yer alan ay dede kelimesi
bu inanıştan gelmektedir. Zira Türklerin Ay Ata veya Ay Dede gibi ruhları Ay
ile bağdaştırdıkları bilinmektedir.
Ay aynı
zamanda bir asker ve muhafız konumundadır. Zira güneş saf iyiliği ve ışığı
sembolize eder, oysa birinin kötü ruhlarla savaşması gerekmektedir. Ay, gittiği
her yere soğukluk götürerek güneşin ulaşamadığı yerlerdeki kötü ruhları alt
eder.
Örneğin Altay
Türkleri Ay Dede’nin yedi başlı bir devle savaştığını ve insanlığın
kurtuluşunun bu sayede olduğuna inanırlar. Bu söylenceye göre eski çağlarda
insanların canını alan, zorbalık yaparak eğlenen bir dev bulunmaktadır.
İnsanlar bu devden kurtulmak için Tanrı’ya yalvarırlar. Tanrı bu görevi başta
Güneş’e verse de, Güneş kendisinin dünyayı yakabileceğini bu yüzden görevi
yapmaktan çekindiğini söyler. Ay ise görevi kabul edecek ve soğuk bir gecede
dünyaya inerek devi öldürecek, insan soyunun geleceğini bu zorbanın elinden
kurtaracaktır.
Ancak Ay Dede’nin
içinde bulunduğu mücadele hiçbir zaman bitmemektedir. Zira Türkler Ay’ın
dolunaydan yeniaya kadar olan evrelerini gökyüzünde yaşayan ve geceleri ortaya
çıkan kurtların Ay’ı yemesine bağlamışlardır. Ay, bu kurtlarla ve diğer kötü
ruhlarla savaşır, bir süre tamamen yok olduktan sonra onları alt ederek tekrar
dolunay şeklini alır ve bu döngü sürekli devam eder.
Ay
tutulması kavramı da
bu söylencelerden gelmektedir. Türkler Ay’ın zaman zaman kötü ruhlar tarafından
esir edildiğini düşünürlerdi. Bugün kavramı daha iyi açıklayan kaybolma
kelimesi yerine tutulma kelimesinin kullanılması Ay’ın bitmeyen savaşından
kaynaklanmaktadır.
Sonuç olarak, gökyüzündeki
hareketler ve gün döngüsü Türk inanışlarındaki düalizmin tipik bir örneğidir.
Ay ve Güneş arasındaki zıtlığın özellikle Uygurların Mani dinini benimsemesiyle
arttığını söyleyebiliriz. Ancak Ay, hem Güneş’in dengeleyicisi hem de göğün
koruyucusu olarak bilinmektedir. Bununla birlikte bazı söylencelerde yeryüzü de
göğün katlarından biri olarak ele alınmaktadır.
Gün Ana, Ay
Ata gibi kavramları değerlendirirken animizmin Türk inanışlarında önemli bir
yere sahip olduğunu unutmamak gerekir. Zira tabiattaki her şey gibi gök
cisimlerinin de ruhları vardır ve bu figürler Yunan ya da Germen
mitolojisindeki tanrılardan çok güneşin ve ayın ruhlarını temsil etmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder