Kozmoloji kelimesini iki ana başlığa
ayırabiliriz. Bugün evreni tanımlamak ve anlayabilmek için bilimsel kozmolojiyi
kullanmaktayız. Dinlerin ve inanışların evren tasavvuru ise metafiziksel
kozmoloji olarak adlandırılır. Şüphesiz ki bir inancı kavrayabilmek,
tasavvurlarının neye karşılık geldiğini bilebilmek için o inancın kozmolojisini
yani evrene bir bütün olarak bakışını bilmek gerekir. Dünyanın var oluşuna,
yeryüzündeki ve gökyüzündeki dengeye dair her fikir kozmolojinin parçasıdır.
Türk kozmolojisinde
birçok farklı kültürün ve inancın etkilerini görmek mümkün. Ancak şunu
belirtmek gerekir ki; Türkler evrenin ve evrendeki her şeyin bir bütünlük
içinde olduğuna inanırlardı. Gündelik yaşamdaki hiyerarşi ile gökyüzündeki
durum hakkındaki tasavvurları birbirine benzemekteydi. İnanç, Türkler için her
zaman önemli bir mesele olmuştur bu bakımdan kozmoloji sadece Türkler’in
geleneksel dinini öğrenmek için değil, toplum yaşamları hakkında bilgi sahibi
olmak için de önemlidir.
Zıtlıkların
Birliği ve Bütünlüğü
Yaruk, eski Türk dilinde ışık
anlamına gelir. Bu ışık gökten gelen tanrısallığı, kut’u simgeler. Karang ise
yeryüzüne ait bir kavramdır. Yaşam yaruk ile karangın bir araya gelmesiyle
oluşur. Bu semavi inanışlardaki beden ve ruh ilişkisine benzer gibi görünse de,
farklı bir durum söz konusu. Çünkü bu ikilik tanrının insanı yaratıp ona ruhu
üflemesinden ibaret değildir, zira evrenin tamamında böyle bir işleyiş söz
konusudur.
Geleneksel
Türk dinine göre evrende zıtlıkların uyumu söz konusudur. Kavramlar ikili ve
dörtlü zıtlıklarla varlıklarını sürdürürler. Ancak bu zıtlıklar Mani dininde
veya Zerdüştlükte olduğu gibi iyi-kötü veya aydınlık-karanlık olarak
ayrılmamaktadır. Türkler evrenin özündeki bu düalist yapılara ahlâki tanımlar
yüklememişlerdir. Bununla birlikte bir dişil-eril ilişkisinin birçok konuda
mevcut olduğunu söyleyebiliriz.
Gök ve yer
arasında böyle bir ilişki söz konusudur. Yer ve gök birbirini var eden iki
zıtlıktır. Gök eril, yer ise dişi olarak konumlandırılmaktadır. Hatun’un Türk
siyasi yaşamında önemli bir yere sahip olması bu evren tasviriyle ilişkilidir.
Zira Tengri göğü, Umay Ana ise yeri sembolize eder. Tengri ile Umay Ana
arasında böyle bir ilişki söz konusudur, evrenin hükümdarı Tengri olsa da, Umay
Ana siyasi yaşamda Hatun’un olduğu konumdadır ve evrenin yönetiminde söz
sahibidir.
Ancak bu düalizm bir merkezin
varlığından bağımsız değildir. Dünya yeryüzü, gökyüzü ve yer altı olarak üç
bölüme ayrılır. Bu katmanların her birinin ayrı bölümleri mevcuttur. Ancak
evrenin merkezinde kutup yıldızındaki sarayında oturan Tengri bulunmaktadır. Evrende
sürekli bir hareket ve döngü söz konusudur. Mevsimlerin oluşumu, yıldızların
hareketi, gündüzün ve gecenin oluşumu, hava değişimleri, hayvanların göçleri
tüm bunlar evrenin tek bir merkez etrafında dönüşünün parçalarıdır.
Eski Türk dilinde tözlüg bulmak şeklinde
bir tabir vardır. Bu tabirin İslam tasavvufçularının vahdet-i vücut inancına
paralel bir anlayışı ifade ettiğini söyleyebiliriz. Zira Türkler evrenin bir
bütün olduğuna inanırlardı. Yukarıda belirtildiği gibi var olan her şey evrenin
merkezi etrafında döngü hâlindeydi. Varlığın kendisi bir harekettir ve bu
hareket bütünlüğü simgeler.
Gök
cisimlerinin hareketleri, mevsimler, gece ve gündüz geçişleri, rüzgârların
hareketleri, hayvan göçleri hepsi bu döngünün bir parçasıdır. Kağanın arabası
bile bu döngüye uygun biçimde tasarlanır. Evrendeki her şey birbirinin
yansıması ve parçasıdır.
Türkmen
Aleviliği’nin bu anlayıştan fazlasıyla etkilendiğini söylemek mümkün. Zira
cemevlerinin dizaynından semah ayinlerine kadar böyle bir döngünün söz konusu
olduğunu görebiliriz. Ancak geleneksel Türk dininin tamamen panteist bir
karakter taşıdığını düşünmüyorum. Zira bu inanışta evrenin tek bir organizma
olarak değil, birçok öğenin uyum içinde hareket ettiği bir sistem olarak tasvir
edildiğini söyleyebiliriz.
Gökyüzü
Tengri kelimesinin gökyüzü kökeninden
geldiğini, Türkler’in yüksek dağlar ve ağaçlar için de bu kelimeyi kullandığını
söylemiştik. Zira evrenin merkezinde Kök Tengri’nin sarayına ev sahipliği yapan
gökyüzü bulunmaktadır. Kutupyıldızı Tanrı’nın sarayıdır, onun etrafında yer
alan yıldızlar ve takımyıldızlar ise Tanrı’nın ailesi, akrabaları ve yakınları
olarak tasvir edilmektedir.
Çadırların kubbesinde
sekiz direğin birleştiği ve uçlarının çember içine alındığı bir kısım vardır. Bu
dizaynın sebebi ise gökyüzünün tasviridir. Türkler’e göre gökyüzü Tanrı’nın
oturduğu kutupyıldızından ve merkezinde sarayın bulunduğu sekiz bölümden
oluşur. Elbette bütün Türk boyları gökyüzünün bölümleri konusunda hemfikir
değildi. Özellikle Batı Türkleri’nde yedi katlı bir gökyüzü tasviri mevcuttu.
Hatta Bizans ile yapılan yazışmalarda “Yedi göğün hâkimi Tengri adına” tarzı
ifadeler sıklıkla kullanılmıştır. Ancak yedi katlı göğün diğer dinlerin
etkisiyle benimsenmiş bir inanış olması da mümkün. Zira İran mitolojisinde gök
ve yer yedişer katlıdır, Dante’nin İlahi Komedya eserinde de böyle bir durum
söz konusudur, dolayısıyla Batı Türkleri’nin yedi katlı gök inanışını başka
toplumların etkisiyle benimsemiş olduklarını söyleyebiliriz.
Gündüzün
merkezi güneş, gecenin merkezi ise kutup yıldızıdır. Tengri günün dönüşümüne
göre buralarda görülmektedir. Bununla birlikte mevcut her şey gökyüzünden
gelmiş veya buradan gelen cisimlerin başkalaşımıyla var olmuştur. Gökyüzü kutun
yani yaşam enerjisinin kaynağıdır. Bu bakımdan döngünün temel merkezidir.
Yeryüzü
Altay ve Sibirya gibi geleneksel
Türk dininin hâlâ yaygın olduğu bölgelerde Nevruz kutlamalarında sıkça gerçekleştirilen
bir ritüel vardır: toprağa bir tünel açılır ve insanlar yeniden doğuşu
canlandırmak için bu tünelden geçer. Zira toprak aynı zamanda annedir ve
topraktan çıkan her şey bir annenin rahminden çıkmaktadır.
Evrende de
bir hakan-hatun ilişkisi olduğundan bahsetmiştik. Umay Ana ile Tengri arasında
her zaman bir karı-koca ilişkisinden bahsedilmese de aralarındaki görev
dağılımı bu şekildedir. Umay kelimesini plasenta kökeninden gelmektedir. İnsanların
yeryüzündeki esenliğinden Umay Ana sorumludur. Toprak Ana ve Yer Ana gibi
tanımlamalar da aynı figüre işaret etmektedir. Toprak Ana figürünü konu alan yazımda da
belirttiğim gibi Umay Ana bir ana-tanrıça değil, yeryüzünün, kâinatın ruhu ve
bütünlüğün önemli bir parçasıdır.
Gökyüzünde
olduğu gibi yeryüzünde de ruhani bir hiyerarşi bulunmaktaydı. Orman ruhları,
toprak ruhları ve su ruhları gündelik hayatı etkileyen karakterlerdi. Şamanlar
çoğunlukla bu ruhlar ile meşgul olmaktaydılar. Bununla birlikte Umay Ana’nın
Yer-suv gibi yardımcıları da bulunmaktaydı.
Ateş, su ve
dağ gibi figürler yeryüzünün birer parçasıdır. Ateş, sadece Şamanların ruhlarla
iletişime geçtiği bir araç değil, yaşamın temel öğelerinden biridir. Zira bugün
dâhi Yörük çadırlarında ocak otağın ortasında yer almaktadır. Ocak, sadece
yemek pişirmek için değil, ateş ayini yapmak için de kullanılan bir araçtır.
Otağ düzeninde ateşin çadırın her yerine eşit uzaklıkta olması gerekir, zira
evrende nasıl bir nizam hâkimse aynı durum otağ için de söz konusudur. Kaldı ki
evreni büyük bir otağ olarak tasvir eden inanışlara rastlamak da mümkündür.
Ancak toprak her zaman iyi bir anlam
ifade etmez. Toprak, yeraltının ve yeryüzünün ortasında yer almaktadır. Zira
yerin altında Yerlik/Erlik han bulunmaktadır ve dünyada iyi şeyler yapmayan
insanların ikametgâhı onun yönettiği yer altı olacaktır. İnsan ulu gök ile yağız
yer arasında yer almaktadır. Birçok inanışta insan ruhunun yeryüzüne ait olduğu
anlatılır, zira kurganların var olması ölümden sonra fiziksel bir yaşam
olduğunu belirtmektedir. Ancak bazı yerlerde ölenlerin yeryüzünde bir süre daha
kaldıktan sonra başka bir âleme intikâl edeceğine inanılır. Ölüleri ve eşyaları
baş aşağı gömme geleneği bu inançtan kaynaklanmaktadır, zira öteki âlem bu
dünyaya göre ters bir konumdadır ve burada baş aşağı gömülen cisimlerin orada
düz bir zemine oturacağına inanılır.
Sonuç olarak, Türk kozmolojisi
bütüncül bir tasvire sahip olsa da panteist olarak adlandırmak hata olacaktır.
Zıtların birlikteliği ve hiyerarşi söz konusudur. Ölümsüzlerin dünyasında da
ölümlülerinki gibi bir yaşam vardır, zira Tengri’nin de beslenmek gibi
özellikleri olduğuna inanılır. Ancak bu inanışlarda düalistik bir düzen olduğunu
ve her şeyin kendi zıddıyla var olduğunu da unutmamak gerekir.