Geçmiş, her zaman insanın kafasını
kurcalayan bir mesele olmuştur. İnsan, kendi varlığını kavradığında kendinden
öncesini bilmek, var oluşuna nelerin yol açtığına dair fikir sahibi olmak
ister. Anne ve baba kavramlarını öğrenen bir çocuğun aklında beliren ilk soru
ebeveynlerinin nereden geldiğidir. Bu soruya cevap aldığında ise
zincirin nasıl başladığını, ilk hangi çiftin bir araya gelerek çocuk yapmayı
akıl ettiğini ve bunların nasıl var olduğunu merak eder. İnsan doğasında mevcut
olan bu merak yaratılış kavramının ortaya çıkmasındaki temel etkendir.
Yaratılış hikâyelerine baktığımızda basit bir söylenceden ibaret olmadıklarını
görebiliriz. Bu hikâyelerde yer alan her olay ötekiyle mantıklı bir ilişki
içindedir. Çünkü dünyanın ve insanların mevcudiyetinin mantıklı bir sebebe
dayanması gerekir.
Bununla
birlikte yaratılış hikâyelerinin sadece nasıl sorusunu yanıtlayan
söylenceler olmadığını belirtmek gerekir. Bu söylenceler aynı zamanda tarihin
parçası ve başlangıcıdır. Yani insanların geçmiş yaşantılarını konu alan
kronolojiye dâhildir. Eski Yunan tarihçilerinden İslam tarihçisi Taberî’ye
kadar birçok yazarın yaratılış hikâyeleriyle insanlık tarihini aynı eserde
anlattıklarını ve bu ikisinin tarihte bir bütünlük oluşturduğunu görebiliriz.
Yaratılıştan
Önceki Mevcudiyet
Önce söz vardı… Bu ifade
Kitab-ı Mukaddes’teki yaratılış hikâyesinde Tanrı’nın dünyayı ve evreni
yaratmasından önceki zamanı ifade eder. Dünyanın, güneşin, yıldızların var
olması için Tanrı’nın ol demesi yeterli olmuştur. Ancak bu basit bir
abra kadabradan ibaret değil. Bu söylem, Tanrı’nın dünyayı hiç yoktan var
ettiğini değil, dünyanın yaratılışına dair sahip olduğu kelâmı eyleme
geçirmesini ifade ediyor.
Yaratılış
hikâyelerini incelediğimizde dünyanın birdenbire var olmadığını görürüz.
Dünyadan önce bir mevcudiyet bulunmaktadır. Bu sınırları belli olmayan bir
okyanus veya bir bataklık olabilir ancak hiç değildir. Çünkü ilk
varlığın nasıl oluştuğunu veya ilk mevcudiyetin hiçlikten nasıl var olduğunu
açıklamak oldukça zor. Dünyanın veya tanrıların varlığından önceki zamanın eksi
sonsuza uzanan bir hareketsizliğe, kaosa dayanmasının sebebi bu zorluktur.
Bununla birlikte dünyanın yaratılışına dair bilginin ve potansiyelin varlıktan
önce mevcut olması semavi dinlere özgü bir durum değil. Dünya, mevcut olan bir
bilginin veya potansiyelin, tanrılar tarafından bilinçli ya da bilinçsiz olarak
harekete geçmesiyle var olmuştur.
Çoktanrılı
dinlerde de dünyadaki işleri idare eden tanrıların yaratılış hikâyeleri
bulunmaktadır. Yani tanrıların yaratılışı bir anlamda dünyanın tarihine dâhildir.
Evrende bu tanrıları var eden ve onlardan üstün mutlak bir güç –monoteist karakterde
olmasa bile- bulunmaktadır. Bu birçok yerde evren-tanrı anlayışıyla tasavvur
edilmiştir.[1] Örneğin
Yunan mitolojisinde her şeyden önce Khaos bulunmaktadır. Dünyanın tarihi Khaos’un
Gaia’yı var etmesiyle başlar. Khaos, bir tanrı figürü değil, her şeyin
varlığından önceki mutlak varlığı ve belirsizliktir.
Yeryüzünün
Yaratılışı
Dağların, denizlerin ve toprağın
oluşabilmesi için zaten mevcut olan bir potansiyelin harekete geçmesi
gerekiyordu. Bilginin ve potansiyelin varlığa dönüşmesi bazı mitolojilerde bir
tesadüfün sonucu olarak, bazılarında ise bir gücün isteği ve faaliyetiyle
gerçekleşmektedir.
Dünyanın
varlığına uzanan olaylar silsilesi genellikle ilk dişinin ve erkeğin yokluktan
var olmasıyla başlar. Tanrılar ezelden beri var olmasalar bile, sadece tanrılar
sonsuz mevcudiyetten kendilerini var edebilirler. Dünya ise tanrıların bilinçli
ya da bilinçsiz faaliyetleriyle oluşur. Maori mitolojisinden Yunan
söylencelerine kadar birçok söylencede dünyanın var oluşunda aile içi bir
çatışmanın etkisi mevcuttur. İlk Tanrı ve Tanrıçadan doğan çocuklar denizleri,
rüzgârları, ateşi kontrol etme gibi yeteneklere sahiplerdir ancak dünyanın var
olabilmesi için ebeveynlerden birinin ya da her ikisinin ölmesi gerekir. Çünkü
yeryüzü öldürülen tanrıçanın bedeninden var olacaktır.
Bunun en tipik
örneği Babil mitolojisindeki Marduk ve Tiamat’ın savaşıdır. Ana tanrıça Tiamat,
her şeyden önce mevcut olan bir sisten kocası Apsu ile birlikte kendi kendine
var olmuştur. Tiamat, zamanla çocuklarının başına buyrukluğundan ve
düşüncesizliğinden rahatsızlığını dile getirmeye başlar. Kardeşlerin bir kısmı
annelerinin tavsiyesine uyarak diğerlerini uyaracak, diğerleri ise bunu
kabullenmeyecektir. Bu durum aile içinde bir düşmanlığın başlamasına yol açar.
Öyle ki bu düşmanlık Marduk’un Tiamat’ı öldürmesiyle sonuçlanacaktır.
Tiamat’ı
ikiye ayıran Marduk, onun bir parçasıyla gökyüzünü diğer parçasıyla yeryüzünü
yaratır. Bulutları onun tükürükleriyle doldurarak dünyadaki denizleri
oluşturacak olan suyu var eder. Dağları onun kafasını şekillendirerek
oluşturur, Fırat ve Dicle nehirlerinin onun gözlerinden akmasını sağlar. Kardeşlerini
ise yeteneklerine göre dünyadaki rüzgârları, mevsimleri ve zamanı kontrol
edebilmek için görevlendirir.
Afrika ve
Amerika yaratılış hikâyelerinde tanrıların ezelden beri var olduğunu görmek
mümkün. Örneğin Nijerya’da yaşayan Yoruba halkının söylencelerinde dünya aile
içi bir tartışmanın sonucuyla oluşmuştur. Obalata ve Olorun, kız kardeşleri
tanrıça Olokun’u sonsuz bir bataklık ve sise hükmetmenin anlamsız olduğuna ikna
ederek dünyayı onunla birlikte yaratırlar. Algonkin Kızılderilileri ise
dünyanın sonsuz bir okyanusun sularında gizli olduğuna, Tanrı Michabo’nun
emrindeki bir misk faresinin onu saklandığı yerden çıkararak anakarayı ve
adaları şekillendirmesiyle var olduğuna inanırlar. Bununla birlikte Okyanusya
civarındaki halkların yaratılış hikâyelerinin Ortadoğu söylenceleriyle
benzerlik gösterdiğini görebiliriz. Maori hikâyesinde de tıpkı Babil mitolojisi
gibi aile içi bir kavga söz konusudur. Yeryüzü çocukların anne-babaya suikast
düzenlemesiyle var olmuş ve kardeşler arasındaki iktidar savaşıyla bugünkü
hâlini almıştır.
Dünyanın var oluşundan önceki
zamanın belirsizliği ve ilk varlık ile ilgili sorular bugün de dinlerin
temel referansları arasında yer alır. Bilmediğini ve bilemeyeceğini reddedip
bir açıklama bulmaya çalışmak insan doğasında var olan bir davranıştır.
Yaratılış hikâyeleri kaynağını bu meraktan ve belirsizlikten almışlardır. Ancak
inançların kurumsal hâle gelmesiyle tarih yazımının parçası hâline geldiklerini
söylemek mümkündür.
[1] Panteist
kelimesini özellikle kullanmadım çünkü bu hatalı bir tanım olur. Panteizm,
evrendeki her varlığın tanrının parçası olduğunu iddia eden bir disiplindir. Panteist
karakter taşıyan mitolojiler var ancak evrenin kendinden var etmesi her
zaman bu anlamda olmayabilir. Çünkü yaratılan ile evren arasında kesin bir
bütünlük ifade edilmemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder